“İnsanoğlu ekmek ile suyu buldu mu, mutlulukta Zeus ile bile yarışabilir” demiş Epiküros. Evet. Bu muhtemel bir şeydir. Ama her insan için geçerli olamıyor maalesef. Her insanın değer verdiği ve mutluluğu bulduğu bir şey vardır. Bu yadırganacak bir durum da değildir aslında.
Bir zamanlar kendi kendime şöyle derdim. “Şu Sakıp Sabancı aslında ne kadar da yanlış yapıyor. Ben onun yerinde olsaydım belli bir yaşa kadar işlerimi büyütür ve bir yaşımdan sonra da elimi eteğimi tamamen iş dünyasından çeker ve o kazandığım para ile de ömrümü dünyayı gezerek geçirirdim. En nihayetinde aklıma yatan çok güzel bir yere yerleşirdim, tavuklarım olurdu, güzel bir bahçem olurdu sebze ve meyve yetiştirdim. Odun kırardım evimin önünde, hanım bulgur pilavı yapar, hazır olduğunda da içerde mi dışarda mı yiyeceğimizi sorar... ve günler böyle mutlu mesut geçer derdim. Aslında halen de öyle düşünüyorum. Ancak Sakıp Sabancı için aynı şeyi düşünmüyorum artık. Eskiden onun için üzülürdüm ama artık üzülmüyorum. Sebebi şu ki, o da aslında çok mutluydu. O da iş yaşamında başarılı olarak, para kazanarak mutlu oluyordu sonuçta.
İnsanların davranışlarını artık yadırgamıyorum. Ne yaparlarsa yapsınlar, aslında hep aynı hedef için çabalıyorlar. Mutluluk! En abes şarkıyı bile dinleseler, en saçma sapan elbiseyi giyseler, en yersiz davranışta bile bulunsalar, aslında mutlu olmak için yapıyorlardır. İnsanlar yaptıkları hareketlerinden haz alıyorlar ki yapmaya devam ediyorlar.
Ben ise bir süredir kendi üzerimde düşünmekteyim. Kendi adıma şunu fark ettim ki, ben aslında yaptığım davranışlardan doğrudan mutlu olamıyorum. Eğlenmek için yaptığım çeşitli faaliyetler beni bir miktar mutlu etse de aslında beni en çok mutlu eden şeyin bambaşka bir yolu varmış. Hayatımda keşfedebileceğim en güzel şeyi keşfettim, mutluluk kaynağımı!
Mutluluk kaynağımı anlatmadan evvel, bir şeyi paylaşmak istiyorum. Bir gün bir belgeselde karıncaları seyrediyordum. Karıncalar yuvalarına habire ot taşıyorlardı. Belgeseli anlatan adam, karıncaların aslında o ot parçalarını yemek için değil de başka bir şey için yuvalarına taşıdığını söylüyordu. Karıncaların yuvalarına taşıdıkları ottan bir süre sonra mantar çıkıyormuş. İşte karıncalar o mantarlarla besleniyorlarmış. Yani, otu elbette ki yemek için toplamıyorlar, ama beslenmek için de o ota ihtiyaçları var. Yoksa açlıktan ölecekler.
Kendimi düşündüm bir an ve bu olayı kendi mutluluk anlayışıma benzettim. Ben de bir sürü eylemde bulunurum ama yaptığım eylemlerin ilk nefeste mutlulukla bir alakası olmasa da sonuçta bana mutluluk veriyor. Ben kendimi direkt mutlu yapamıyorum. Ama bir insanı mutlu ettiğim zaman o insanın yüzünde filizlenen gülümseme ile besleniyorum ben de. Ben insanları mutlu etmezsem kendim mutlu olamıyorum. Karıncalar da o otu yuvalarına taşımazlarsa mantar yiyemiyorlar. Ottan çıkan mantar karıncayı, yüzlerde oluşan gülümseme de beni besliyor.
Yaptığım hiç bir iyi davranış cehennem korkusundan veya cennet beklentisinden de gelmiyor. Bir melek inse yere ve bana, “Yaratıcının yeni emrine göre, bundan sonra hep kötülük yapacaksın, iyilik yaparsan cehenneme gidersin, kötülük yaparsan cennete gidersin” derse bile ben gene de iyilik yapmaya devam ederim. İyilik yaptığımda cezalandırılacağımı bilsem de yaparım. Nitekim hayatımda en çok iyilik yaptığım insanlar bana zarar vermişleridir. Ama bu beni gene de vazgeçirmeye yetmiyor. Bir yapı meseledir. Su içmek, yürümek, reçel sevmek kadar net ve doğal. Bu öylesine bir laf değil, hakikatten tüm hissiyatımla söylediğim bir şeydir. Beni mutlu eden şey iyilik yapmak ise, neden kötülük yaparak kendimi mutsuz yapayım ki?
Mutlu olmanın ilk şartı, insanın kendisini iyi tanımasıdır. Neyin kendisini mutlu ettiğini çok iyi öğrenmesi gerekir. Kanaatimce, bir insan hayatında güzel bir çocukluk yaşamışsa, ömür boyu mutlu olabilmeyi de becerir. Çünkü mutluluk çocukken öğrenilebilir bir şeydir.
Özkan Çelen
7 Kasım 2010 01:57