Vaktiyle derdim ki "Birisi beni sevecekse önce içimi sevsin. Dış görünüşümle beni beğeneceklerse beğenmesinler daha iyi. Çünkü dış güzellik geçicidir, lakin iç güzellik kalıcıdır ve daha değerlidir. O yüzden, ben yakışıklı olmak için çaba sarf etmeyeceğim" derdim ve böylece, dış görünüşüme önem vermezdim.
Sonra bir şey öğrendim. Fen dersindeydik. Çiçeklerde tozlaşma konusunu işliyorduk. Çiçekler üremek için polen üretirler. Ancak bir çiçek kendi ürettiği polenle kendisini dölleyemez. Mecburen başka bir çiçeğin poleni ile döllenecek. E peki nasıl olacak bu iş? Çiçeklerin ayakları yok ki yürüsün gitsin diğer çiçeklerle polen değiş tokuşu yapsın! Bunun üzerine onlar da bir çare bulmuşlar. "Tozlaşma"
Arı, çiçeğe konduğu zaman çiçeğin özünü emerken haliyle ayaklarına çiçeğin poleni de yapışır. Aynı arı, başka çiçeğe konduğunda ayağına yapışan polenleri de böylece diğer çiçeğe bırakmış olur. Böylece çiçek döllenmiş olur ve meyveyi, dolayısıyla da tohumu meydana getirir. Yani arılar olmasa meyveler de olmazdı. Neyse, konuyu dağıtmayalım efendim.
O gün, bunu öğrendiğimde aslında başka bir şeyi de öğrenmiş oldum. "Fark edilmek" Bütün canlılarda üreme içgüdüsü vardır. Bunu gerçekleştirmek için de ellerinden geleni yaparlar. Çiçek bu üreme olayının kahramanı olan arıyı cezbetmek için elinden geleni yapar. Güzel renklere bürünür ki arının dikkatini çeksin ve ayrıca elinden geldiğince hoş kokular salgılar ki arı bu kokuyu takip edip onu bulabilsin. Her şey, fark edilmek için ve nihayetinde de üremek içindir.
Bir çiçeğin özü istediği kadar lezzetli olsun, eğer arı onu fark etmezse o özün hiç bir kıymeti yoktur. Çiçek o özüyle bir süre sonra solup yok olacaktır, bu dünyaya bir tohum vermeden. Dolayısıyla, ben de o gün anladım ki, istediğimiz kadar mükemmel bir insan olalım, eğer bunu insanlara göstermezsek, mükemmel oluşumuzun da hiç bir kıymeti yoktur. Örneğin; seviyorsak birisini ve onu elde etmek istiyorsak o zaman onun dikkatini de çekecek bir şeyler yapmalıyız. Bakımımıza dikkat etmeli, dış görünümümüzü de elimizden geldiğince güzelleştirmeliyiz. Güzel kokmalıyız. Aksi takdirde başkaları sevdiğimiz kişinin dikkatini çeker ve onlar kapar.
Bu konuyu sadece özel yaşamımız için açmadım. Bu aslında hayatımızın her alanını ilgilendiriyor. Örneğin iş yaşamında da kıyasıya bir rekabet söz konusu. Binlerce işsiz ve sayılı iş imkânı var. Sadece işverenlerin dikkatini çekenler işi kapıyorlar. Dikkat çekmenin bin bir türlü yolu var. Bir sürü diploma, yabancı dil bilgisi, ehliyet, fiziki görünüm, torpil, referans, ...say say bitmez. Gene de her şeyin sırrı fark edilmektir.
Bir şeylere sahip olmak isteyip de elde edememişseniz, bence bunda önce kendinizi suçlamalısınız. Solgun bir çiçek bir arıyı suçlayamaz. Suçlamamalıdır da. Arının umurunda değildir çünkü. Binlerce çiçek var ve arı da en güzel olanına konmak ister. "En güzel olan" diye bir şey de yoktur aslında. "En çok dikkat çeken vardır." dersek, çok daha doğru konuşmuş oluruz bu bağlamda.
Bugün aklınıza hangi sektörü getirirseniz getirin, hepsinin de, aslında fark edilmek için bir şeyler yapmaya çalıştığını görürsünüz. En çok yükselenler aslında en iyi olanlar değildir, en çok fark edilip de değerlendirilenlerdir. Ben kendim için, hiç bir zaman dünyanın en iyi İngilizce öğretmeni olduğumu söyleyemem. Çok fazla bilgi bildiğimi de söyleyemem. Çünkü her zaman el elden üstündür. Ama kendimce çok iyi bir öğretmen olduğuma inanıyorum. Öğrencilere bilgiyi aktarabildiğimin farkındayım. Ancak, bu farkındalık tek başına yetmiyor. İnsanlar beni fark etmezlerse bana iş de vermezler. Daha doğrusu, eğer ben fark edilmek için bir şeyler yapmazsam insanlara bu hünerimi sunma fırsatım da olamaz. Sözgelimi, bu websitem bu işlevi görüyor.
Her insanda mutlaka değerli bir şey vardır. Ancak, o şeyi asıl sahibine vermezse hiç bir değeri yoktur. Yani, aslında 'bizim' diye düşündüğümüz o değerli şey başkalarına verilmek üzere geçici olarak bizde bulunuyordur. O şeyi kendimize saklarsak onunla beraber toprak oluruz, değersiz iki şey olarak.
Özkan Çelen
30 Haziran 2010 05:14