Bilgi, sonradan edinilebilecek bir şeydir. Bilgelik ise özde, önceden var olan bir şeydir. İnsanları sınıflandırmayı pek sevmem ancak bazen gerekiyor. Bazı insanlar çok fazla bilgili olabiliyorlar lakin o bilgilerini işleyip yeni bilgiler meydana getiremiyorlar. Bazı insanlar da vardır, çok az bilgiye sahip oldukları halde o az bilgilerinden dünya kadar bilgi meydana getirebiliyorlar.
Hayatımızı değiştiren, teknolojinin gelişmesini sağlayan, yeni fikir ve yaşam prensiplerinin ortaya çıkmasına önayak olanlar, bilge insanlardır. Bilge insanlar da aslında tek başlarına bunu başaramamışlardır. Onlara bilginin ham maddesini verenler de sonuçta bilgili insanlardır. Bu bağlamda, bilge insanları bir fabrikaya, bilgili insanları da fabrikaya ham madde taşıyan işçilere benzetebiliriz. Her iki grup da yeni bilgilerin meydana çıkmasında çok önemli rolleri bulunmaktadır.
Belki de çoğunuz bu bahsettiğim şeylerden zaten haberdardır. Ancak benim bu konuyu açmamdaki sebep, kendinizi tanımanıza yardımcı olmaktır. Bilgili misiniz, yoksa bilge misiniz? Eğer bilgili iseniz, hemen bilge insanları bulun. Eğer bilge iseniz, o zaman bilgili insanları bulun. Bu dünyada kendinizi gerçekleştirmek istiyorsanız, insanlık için ve kendiniz için bir şeyler yapmak istiyorsanız bunu yapın.
Kal-u Bela diye bilinen bir olay vardır. Zamanın bile daha başlamadığı bir yerde olmuş bir olay. Yaratıcı, yaratacağı tüm insanların ruhlarını önce yaratmış ve bir meydanda toplamış. Onlara önce kendisini tanıtmış ve sadece kendisini yaratıcı olarak kabul edeceklerine dair bir yemin istemiş. İnsanlar da o sırada secde halinde yaratıcılarını dinliyorlarmış. Bu esnada bu insanlardan bazıları yaratıcılarının nasıl bir şey olduğunu o kadar çok merak etmişler ki kafalarını hafif kaldırıp parmaklarının arasından onu görmeye çalışmışlar. İşte o anda yaratıcının saf bilgi ışığı, o bakan insanların ruhlarına nakşolmuş. Daha sonra da, dünyaya bilge bir ruhla, etten kemikten bir beden içinde gelivermişler. Şu vakte kadar yeryüzüne gelmiş binlerce âlim olmuştur. Her birinin âlimliği farklı miktarda olmuştur. Bu tamamen, Kal-u bela’da yaratıcılarına ne kadar fazla baktıklarına göre değişir. Ne kadar çok bakmışlarsa o kadar fazla bilgelik nakşolmuş ruhlarına. Zira gözler ruha açılan pencerelerdir.
Bu bahsettiğim olay gerçekte olmuş veya olmamış, çok önemli değil. Ama hakikatten de insanlar arasında öyleleri var ki, doğuştan donanımlı sanki. Bir bakarsınız ki doğru dürüst kitap okumamış veya ilkokul mezunudur ama ürettiği şeyler, sarf ettiği sözler inanılmaz derinliğe sahip. Bu insanlara bir bilgi verirsiniz, onlar da o bir bilgiyi on yeni bilgi yapıp size geri verirler. Bilgelik denen şey de budur ve bu tür insanlara bilge denilebilir.
Nice bilgili insanlar da vardır, bilgilerini kullanmasını bilmezler. Onlar için önemli olan ne kadar bilgiye sahip oluklarıdır. Kaç cilt ansiklopedi veya kaç tane klasik kitap okuduklarıdır önemli olan. Bilgiyi tüketmektir yaptıkları şey. Üretmek için daha çok fazla bilgi edinmeleri gerektiğine inanırlar. Onlar için bilgi üretmek, kolay bir şey değildir. Üreteceklerse kusursuz bilgiyi üretmelidirler. Kusursuzu üretecekleri güne kavuşana dek okurlar da okurlar. Bir bakmışlar ki ölüm döşeğindeler. Bilmezler ki, hayatta hiç bir zaman hiç bir şeyin kusursuz olmadığıdır. O yüzden de, önemli olan ortaya çıkarmaktır. Ortaya çıkardıktan sonra da, onu kusursuza doğru güzelleştirmektir. Çünkü bir şeyleri ortaya çıkarmadan evvel eksiğini göremezsiniz. O yüzden de kusursuzunu, en güzelini, en profesyonelini ortaya çıkarmayı beklememeliyiz. O gün hiç bir zaman gelmeyecektir çünkü. Örneğin; edebiyata ilgisi olan arkadaşlarım vardır. Onlara neden birşeyler yazmaya girişmediklerini sorduğumda, kendilerini henüz hazır hissetmediklerini, daha kat etmeleri gereken çok yol olduğunu ileri sürüyorlar. Üretmeyi bir kenara bırakıp, her gün yeni bir bilgiyi tüketiyorlar. Oysa en kötüsü, eksik şeyler meydana getirmek değil, hiç bir şey meydana getirmemektir.
Özkan Çelen
9 Ağustos 2010 15:45