Ruhum, bedenime çok yükseklerden ve çok geniş açıdan bakıyor. Onu kendisi için küçük görüyor. Bedenimin yaşadığı dünyayı bile çok küçük görüyor. Kaldı ki; insanlar arasındaki savaşları, sıkıntıları, tartışmaları ve her türlü olumsuz şeyleri nasıl önemsesin? Ya da gözünde ne kadar büyütsün?
Büyüyen bedenimiz değildir. Aslında ruhumuzdur. Ruhumuz büyürken bedenimizi gerer sadece. Biz de bu gerilmenin acısından, ruhumuzun büyüdüğünü, yüceldiğini değil de, kendimizi büyüyor sanırız. Bu tıpkı çocukken bizi kovalayan horozu gözümüzde çok büyütmemiz gibi bir şeydir. O bizi kovaladığı için, bizden daha güçlü ve tehlikelidir sanırız. Aslında öyle olmadığını yıllar sonra anlarız. Ruhumuz büyüdüğünde horoza daha geniş açıdan bakar ve onu zavallı bir mahlûkat gibi görür. Horozu köpek kovalar, köpeği ayı kovalar, ayıyı gergedan kovalar, gergedanı fil kovalar ve en sonunda insanoğlu insan da fili kovalar.
Ruhum çok yükseklerden bakıyor dünyaya ve içindekilere. Bedenim ise birçok şeye alçaktan bakıyor. Kendisini bu birçok şeyden daha küçük ve önemsiz sanıyor. Ben bu değilim o zaman. Kendimize ruh penceremizden mi bakıyoruz yoksa beden penceremizden mi? Bütün sorun da burada başlıyor aslında. Zaten; ‘büyük’ ve ‘küçük’ kavramları da burada beden buluyor.
Bazı insanlar vardır; bakarsınız; zayıf, çelimsiz vücutlarıyla ve kısacık boylarıyla kendilerinden çok daha güçlü ve daha yapılı insanlara kafa tutarlar. Dışardan bakıldığında inanılmaz bir güç ve fizik adaletsizliği var. Ama sanki her iki taraf eşitmiş gibi ya da kendileri daha güçlüymüş gibi davranırlar. Sanırım, sizin de tahmin ettiğiniz gibi; bu insanlar hayata ve kendilerine sahip oldukları ruh yüceliği ile bakıyorlar. Çünkü her şey basit ve küçüktür onlar için.
“Ruh diye bir şey yoktur!” diyenler de çoktur elbette. Buna inanmayanlar aslında hayatlarına beden penceresinden bakanlardır. Bunlar, bence, ruhlarının ihtişamını ve yüceliğini göremeyenlerdir. Ruh vardır. İsmi ‘ruh’ olmasa da mutlaka bir enerji vardır bizi ayakta tutan.
Okul yıllarında, öğretmenimize, helyum gazının bir balonu nasıl olur da yükseklere çıkardığını sorardık. Helyum gazı havadaki gazdan daha hafiftir. Yani çok daha az yoğunluğa sahiptir. Zaten zeytinyağının suyun üstüne çıkması da onun daha az yoğun olmasındandır. Helyum gazı da bu sebepten dolayı yükselme hareketi gösterir. Boş bir balon da düşme hareketi gösterir. Çünkü plastiğin yoğunluğu, havadaki yoğunluktan daha fazladır ve yerçekiminin de etkisiyle düşer. Ancak aynı balonu helyum gazı ile doldurduğumuzda balon yükselir. Bu; helyum gazının yükselme hareketinin, balonun düşme hareketine baskın olduğu anda gerçekleşir.
Şimdi neden bunca bilimsel laflar ettiğimi de düşünmüşsünüzdür. Evet; sebebi, bizim bedenimizin de plastik bir balon gibi, havadan daha yoğun olması ve ruhumuzun da helyum gazı gibi hafif olması benzerliğini anlatmak içindi. Helyum gazı balondan boşaldı mı balon düşer. Ruh da bedenden çıktı mı beden düşer. Zaten, aynı canlı beden öldüğünde daha da ağırlaşır. Bunu hem halk arasında duymuşsunuzdur hem de bilim kanıtlar.
Velhasıl; ruhumuz yüceldikçe kendimizi daha yükseklerde ve güçlü hissederiz. Bu kibirlilik duygusuyla karıştırılmasın lütfen. Kibir başka şeydir. Orda insanın kendisini kandırması söz konusudur. Ruhun yücelmesi için beslenmesi gerekir. Ruhu büyüten de erdemlerdir. Güzel davranış ve düşüncelerdir. Kötü davranış ve düşünceler de ruhu küçültür, basitleştirip zayıflatır. Zaten bütün kötülerin aslında korkak olmaları da bu yüzdendir.
Özkan Çelen
24.11.2009 11:36